fake (fiil) Numara yapmak, kandırmak When I was little and I didn’t want to go to school, I fake to be a sick person. (Küçükken okula gitmek istemediğimde hasta olmuş gibi davranırdım.) He is a complete phoney, he fake up all of this. (O tam bir sahtekar, tüm bunları uyduruyor.) fake (isim / sıfat) Sahte, taklit This is just a fake account, you don’t need to take it’s comments seriously. (Bu sadece sahte bir hesap,…
feed (fiil) Beslemek After the death of my uncle, I feed the six chickens and five roosters in our coop. (Kümesimizdeki 6 tavuk ve 5 horozu, amcamın ölümünden sonra ben besliyorum.) My mother says I have to feed my dog until the breakfast is ready. (Annem kahvaltı hazır olana kadar köpeğimi beslemem gerektiğini söylüyor.) Everyone says that music feeds the soul, I didn’t think like that at first, but as I listened to music and…
flow (isim) Akış, cereyan, akım, akıntı The flow of energy between two sides was obvious. (İki taraf arasındaki enerji akışı açıkça görülebiliyordu.) When we left the party, we sat by the river until the water flow stopped. (Partiden çıktıktan sonra su akıntısı durana kadar nehrin yanında oturduk.) It is very difficult to try to swim against the flow. (Akıntıya karşı yüzmeye çalışmak çok zordur.) flow (fiil) Akmak, akmaya başlamak When I saw her, my tears…
fury (isim) Hiddet, öfke Please stay calm my friend, this fury will harm you and me in a very bad way. (Lütfen sakin ol dostum, bu hiddet sana ve bana çok kötü bir şekilde zarar verecek) Fury can make you do very bad things and probably you will regret after you calm down. (Öfke sana çok kötü şeyler yaptırabilir ve muhtemelen sakinleşince pişman olursun.) “Fury” is my favorite film and in this movie, there is…
gam (isim) Balina avcılarının yaptıkları toplantı, denizde yapılan toplantı The meeting held by ancient whalers meeting at a port or on a ship is called “gam”. (Eski zamanlardaki balina avcılarının bir limanda ya da bir gemide buluşarak yaptıkları toplantıya “gam” denmektedir.) When my father was a sailor, he often attended gams. (Babam denizciyken sık sık balina avcılarının toplantılarına katılırdı.) (Argo) Kadın bacağı When a man saw a pair of gams, all his attention would be…
in (zarf) İçeri, içinde, iç, dahili Henry insisted I go in and drink a cup of coffee, I couldn’t say no to him. (Henry içeri girip bir fincan kahve içmem için ısrar etti, ona hayır diyemedim.) My friend Andy and Martin couldn’t believe their eyes when they saw what was going on in the house. (Arkadaşım Andy ve Martin içeride neler olduğunu gördüklerinde gözlerine inanamadılar.) In their house, every day was like a carnival. (Onların…
junior (isim) Küçük, iki şeyden küçüğü, çocuk, kıdemsiz I have 2 sons. The junior one is 12 and the older one is 18 years old. (Benim 2 oğlum var. Küçük olan 12, büyük olan ise 18 yaşında.) John is one of the junior partners in our law firm. (John, hukuk şirketimizin kıdemsiz ortaklarından biridir.) When Sarah was in high school, she was playing basketball in the junior league. (Sarah lisedeyken küçükler liginde basketbol oynuyordu.) Junior…
kit (isim) Takım, alet, araç, aygıt takımı, eşya dizisi Always keep spare blankets, water, first aid kits and bandages in your room in case of an earthquake. (Deprem ihtimaline karşın odanızda daima yedek battaniye, su, ilk yardım çantası ve bandaj bulundurun.) You should always carry a repair kit in the trunk of your car in case your tire blows. (Lastiğinizin patlaması ihtimaline karşı, aracınızın bagajında her zaman bir tamir kiti taşımalısınız.) Soldiers have to keep…
like (fiil) Hoşlanmak, sevmek Footbal is the only thing that I like in this life. (Futbol bu hayatta sevdiğim tek şeydir.) I like eating junk foods while watching movies and TV series. (Dizi veya film izlerken abur cubur yemek hoşuna gidiyor.) This flower doesn’t like too much water so don’t water it too often. (Bu çiçek çok suyu sevmez bu yüzden onu çok sık sulamazsan iyi olur.) İstemek (would ile birlikte kullanıldığında) Would you like…