promise (fiil) Söz vermek, vadetmek, garanti etmek, taahhüt etmek My father promised me that when I turn 18, he will buy the car I want. (Babam bana 18 yaşıma girdiğimde istediğim arabayı alacağına söz verdi.) Ethical people stand behind their promises no matter what. (Ahlaklı insanlar, verdikleri sözlerin arkasında ne olursa olsun dururlar.) promise (isim) Söz, vaat He never forgot that promise of his uncle. (Amcasının o sözünü asla unutmadı.) What about your promise that…
province (isim) Vilayet, il, saha, taşra, yetki alanı, ülkenin idari bölümlerinden biri, eyalet My uncle was the governor of this province for 15 years. (Benim amcam 15 yıl bu ilin valiliğini yaptı.) A curfew was declared throughout the province due to Covid-19. (Covid- 19 nedeniyle il genelinde sokağa çıkma yasağı ilan edildi.) This is the most famous cafe in this province. (Bu eyaletteki en ünlü kafe burasıdır.) All my memories take place in this province…
really (zarf) Gerçekten, hakikaten, cidden I went to the hospital and it was really crowded. Public health is not good at all. (Hastaneye gittim ve gerçekten kalabalıktı. Halk sağlığı hiç iyi durumda değil.) I made a turkey sandwich yesterday with an avocado and sweet onion sauce and it was really delicious. (Dün avokado ve tatlı soğan sosuyla bir hindili sandviç yaptım ve hakikaten çok lezzetli oldu.) The girl I met in the librarywas really pretty…
rest (fiil) Dinlenmek, dinlendirmek, kalmak, mola vermek I’m so tired that all I want is to go home and rest. (O kadar yorgunum ki istediğim tek şey eve gidip dinlenmek.) Try to have a good rest, we have a long way to go. (İyi dinlenmeye çalışın, önümüzde uzun bir yol var.) rest (isim) Artık, kalan, kalıntı, duran, dinlenme yeri I gave my neighbor Jake the rest of my daughter’s birthday cake. (Komşum Jake’e kızımın doğum…
always (zarf) Hep, her zaman, daima My mom has always taken care of us. (Annem hep bize baktı.) I always pictured myself living away from the city. (Kendimi her zaman şehirden uzakta yaşarken hayal ettim.) Jack’s grandmother said to him “Be always honest.”. (Jack’in babaannesi, ona “Her zaman dürüst ol.” dedi.) Is this place always like this? (Bu mekan her zaman böyle midir?) Amy always liked living on the edge. (Amy hep sınırlarda yaşamayı sevdi.)…
boss (isim) Patron, işveren Hey James,I want to introduce you my new boss, James Smith. (Selam James, seni yeni işverenim James Smith’le tanıştırmak isterim.) You are not the boss, so stop acting like that. (Sen patron değilsin, bu yüzden böyle davranmayı bırak.) I hope my boss won’t get mad at me for being late. (Umarım geç kaldığım için patronum bana kızmaz.) boss (fiil) Patronluk yapmak, otoriter olmak, yönetmek Can you stop bossing me around? I…