He was a hard man, who never had a kind word for anyone. (Sert bir adamdı, hiç kimseye nazik bir söz söylemedi)
Don’t be too hard on Howard. (Howard’a karşı bu kadar katı olma.)
Student: What does hard means? (Öğrenci: Hard ne demek?)
Teacher: Hard means stony. (Öğretmen: Hard katı demektir.)
Zor
It was hard to believe sweet little Sarah would be involved with anything so sinister. (Küçük tatlı Sarah’nın bu kadar uğursuz bir şeye bulaşacağına inanmak zordu.)
I find it hard to realize that Christmas is almost here, in spite of the fact that Helen talks about nothing else. (Helen’in başka hiçbir şeyden bahsetmemesine rağmen Noel’in neredeyse burada olduğunu anlamakta zorlanıyorum.)
It is very hard to graduate from university. (Üniversiteden mezun olmak çok zordur.)
It was hard to explain how her beauty was different than so many others, but it was. (Güzelliğinin diğerlerinden nasıl farklı olduğunu açıklamak zordu, ama öyleydi.)